SENEGAL VE GAMBİA

DSC02258-1Bu ülkeleri neden birlikte gezmek gerekiyor. Öncelikle Afrika’nın batısında yer alan Senegal’in ortasında Atlantiğe uzanan bir nehir düşünün.Bu nehrin 25-50 km. arasında değişen kıyıları Gambia Devleti.Etrafı Senegal’le çevrilmiş. Ortak halkları var.İkiside Müslüman (% 90-95).Genç nüfusa sahipler(15 yaş altı nüfus % 40-45 arası). Daha bir çok ortak nokta. Tabi olarak resmi diller farklı. Gambia İngilizçe, Senegal Fransızca konuşuyor ve yazıyor. Birleşmek için iki ülke adımlarda atmış ama başarılı olamamışlar.(1982-1989 yıları -Senegambia)

Neden ayrılar ?  Batı Afrika kıyılarına ilk gelenler Portekiz’liler olmuş. Sonra Fransızlar ve İngilizler. Aralarında 7 yıl savaşı denilen,(1756-63) arazi paylaşımı savaşları antlaşmayla bitmiş. Bugünkü Gambia İngilizlere, Senegal’de Fransızlara kalmış. Sınırlar çizilmiş. Bütün amaç köle ticareti .Afrika’nın iç kısımlarından toplanan köleler,buradan gemilerle Amerika’daki yeni keşfedilen yerlerde, çalıştırılmaya götürülüyordu. 1848 de kölelik kaldırılmış.

SENEGAL:

Başşehirleri Dakar, Dünya onu Paris / Dakar rallisinden tanır. Afrika’nın en batı ucunda yer alıyor. 1960 da bağımsızlığını kazanmış. Cumhuriyetle idare ediliyor. Özgürlük Meydanı,Katedral,Büyük Cami,Başkanlık Sarayı görülebilir.Hemen açıklarında Goree Adası var. Teknelerle gidiyorsunuz. Fransız’ların köle ticaretinin kalesiymiş. Gerçekten bir kale var. Zindanlar, işkence aletleri, hücreler. Geçmişin acıları şimdi turizm geliri olmuş.

Dakar rallisinin bittiği yerde Pink Lake(Pembe Göl) var. Tuz oranı çok yüksek ve içinde bulunan mikro organizmalar sayesinde rengi pembe. Suya girip sırt üstü yattığınızda batmıyorsunuz, tıpkı yer çekimsiz ortamdaymış gibi. Çevresindeki köylerde yaşayanlar buradan tuz çıkarıp satıyorlar.

Saint-Louis Fransızlar kurduğu bir şehir. Şehri tanımak için en iyi yol fayton tutup gezmek. Saint-Louis’ten  gidilen ve Senegal Nehri üzerindeki Djoudj Milli Parkı dünyanın en önemli kuş alanlarından birisi .Hem barınma hemde üreme alanı. 400 kuş türü tespit edilmiş. Nehirde yapılacak motorlu sandal gezisi sırasında bolca kuş türü görebiliyorsunuz. Özellikle Yılan Boyun çok. Pelikanlar, Cakanalar, Sumru çeşitleri, Kutsal Aynak, Ördekler, Balıkçıl çeşitleri, Mahmuzlu kız kuşu, Balık Kartalı, Kaşıkgaga ve daha birçok çeşit. Sahillerde timsahlar. dev kertenkeleler, yaban domuzları var.

Touba(Cennetteki ağaç) şehri, Şeyh Aamadu Bamba tarafından çorak bir arazi üzerindeki tek ağacın etrafında kurulmuş.1853-1927 yıllarında yaşamış. Burada türbesi ve onun yanında yapılmış büyük bir cami var. Senegalin en güçlü ve zengin tarikatı. Yer fıstığı ticaretini ellerinde tutuyorlar. Buraya yapılan haç günleri sırasında 500 bin olan nüfusu 2,5 milyona çıkıyormuş. 12,5 milyon nüfuslu Senegal’i düşünürsek bu haçlar her zaman hükümetin korkulu rüyası olmuş.

Bondia Park etrafı tellerle çevrilmiş 100 hektarlık bir vahşi alan. Burada Afrika savan hayvanlarının çoğunu görebilirsiniz. Gergedan, zürafa, maymun, Batı Afrika Orman Bufalosu, İmpala, Kudu, Eland gibi.

GAMBİA:

Başşehri Banjul. Senegal gibi Cumhuriyetle idare ediliyor. 1965 te bağımsızlığını kazanmış. 11.300 km karelik ülkede 2 milyona yakın insan yaşıyor. Nehirin iç kısımları tarıma çok müsait. Yer fıstığı, kumdarı, kocadarı, pirinç, manyok(Kasava) ve mısır ekiyorlar. Yer fıstığı tıpkı Senegal’de olduğu gibi ihracatın en büyük kalemi. Nüfusun büyük kısmı tarımda çalışıyor. Balıkçılık ve hayvancılıkta yapılıyor. Kıyı balıkçılığı gittikçe yaygınlaşyor.

Gambia nehiri kıyısı boyunca mangrov bataklıkları ve göletler yer alıyor. Buraları zengin bir yaşam ortamı sağlıyor. İnsanların erişemediği bu yerlerde böcekler, kuşlar ve diğer hayvanlar yaşıyor. Aynı zamanda sivrisinek(sıtma)ve çeçe sineği (uyku hastalığı)içinde uygun ortamlar. Nehirde ise çeşitli balık cinsleri, su aygırları ve timsahlar var.

James Adası Gambia nehrinin ortasında ufak bir ada.Zamanında köle ticaretinin merkezl olmuş. Fransızlarla İngilizler arasında defalarca el değiştirmiş. Antlaşmayla İngilizlerde kalmış. Şimdi üzerinde yıkılmış binalar ve bir kaç eski top var. Yinede o zamanki vahşeti hissedebiliyorsunuz.

James Adasının kuzey kıyısında Juffureh adında bir köy var. “Kökler-Bir Amerikan Ailesinin Destanı” adlı romanındaki Kunta Kinte’nin köyü burası. Dizi filmini Türkiye’dede seyretmiştik. Yazarı Alex Haley, anneannesinin anlattıklarından yola çıkmış. Kunta Kinte’ye kadar uzanan soy ağacını bulmuş. Halen bu köyde akrabası olduğunu söyleyenler var. Meşhur olmuş, turistler geliyor.

Ayhan Şevmet

 

 

 

 

GALAPAGOS ADALARI

IMG_2892-1Uçak Baltra adasına indiğinde Charles Darwin’i düşünmemek elde değil. Evrim Teorisini buradaki İspinoz kuşlarının gaga yapısındaki farkları görerek geliştirmiş. Bu sayede bütün dünya, özel adalar topluluğunu tanımıştır.

Ekvator’a bağlıdır. 14 büyük ada, 8 küçük ada ve 40 ufak adacıklardan meydana gelen guruba “Colon Adaları” da deniyor. Ekvator’un 1000 km. batısında, 50.000 km. kare yüz ölçümü var.

1535’de Perulu rahip Tomas de Berlauga tarafından keşfedilmiş. Bulunan çanak çömleklerden buranın çok daha önce Güney Amerika yerlileri tarafından bilindiği ortaya çıkmıştır.

Adaların tamamı Milli Park statüsünde korunuyor. Adaya girişte çok sıkı kontrol var. Gıda, hayvan, bitki sokmak kesinlikle yasak. Hatalardan ders alınmış gibi. Baltra adasından teknelerle Santa Cruz adasına geçiliyor. Buradanda otobüslerle tek yerleşim yeri olan Puerto Ayora ‘ya gidiliyor. Puerto Ayora turistik bir liman yerleşimi. Buradan hızlı teknelerle diğer adalara gidebiliyorsunuz.

Yanardağ ve lavlardan oluşmuş bu adaların (Şu anda aktif olan bir çok yanardağ var.) hepsinin ana karadan uzak olması kendi eko sistemlerini yaratmış. Canlılar uçarak, yüzerek yada bir ağaç parçasının üzerinde yaptığı yolculuklarla bu adalara ulaşmış. Her biri kendi evrimini geçirmiş

Santa Cruz’daki “Charles Darwin Araştırma İstasyonu”nda dev kaplumbağaların koruma ve yetiştirilmesi yapılıyor. Geçmişte adaya gelen gemilerin(çoğu korsan) taze et ihtiyacını gidermiş. Daha sonra getirilen evcil hayvanlarda yumurtalarını yiyerek neslinin tükenme seviyesine getirmiş. Ancak şimdi kontrol altına alınmış ve sayıları artıyor. Bir insan ömründen daha fazla yaşıyor(150 yıl) ve neredeyse her adada farklı evrim geçirmiş.

Puerto Ayero’dan yürüyerek gidilen “Kaplumbağa Koyu” (Tortuga Bay) çok güzel. Uzun ve geniş kumsalda yer yer kümelenmiş lav çıkıntıları üzerinde güneşleyen “Deniz İguana”larını uzaktan fark edip heyecanlanıyorsunuz. Hep okumuş veya izlemişsinizdir, ama karşılaştığınızda duygular çok farklı oluyor. Deniz İguanalar’ı deniz dibindeki yosunları yiyorlar. İyi yüzücüler ancak karada çak ağırlar. Besin kıt her canlı kendi düzenini kurmuş. Burada beyaz kumları ve ılık suyu olan ufak koylarda yüzmek çok zevkli.

Adalarda tüplü veya şnorkelli dalış yapabilyorsunuz. Bazı koylarda foklarla(Deniz Aslanı) birlikte yüzüyorsunuz. Aniden önünüze çıkıp yüzünüze bakıyor.400’ü aşkın deniz canlısı türü var. Bunların 50’si endemik.

Bazı bitki ve canlı türleri sadece bir adada yaşıyor. Galapagos kahvesi, zehirli elma ağacı, sarı kordia, kaktüsler, çok yıllık otlar, mantarlar, eğrelti otları, yosunlar gibi bitkiler.

56 çeşit kuş türünden 27 si sadece bu adalarda yaşıyor. Uçamayan karabatak, Darwin ispinozları, Lav Martısı, Dalgalı Albatros, Mavi Ayaklı Sümsük, Galapagos Şahini gibi.

Ayhan Şevmet

 

NAMİBİA

DSC01649-1Adını bütün batı kıyısı boyunca uzanan Namib Çölü’nden alan Namibia Nama dilinde hiç bir şeyin yetişmediği yer demek. Türkiye’den büyük olan ülkede(825.118 km kare) 2 milyon kadar insan yaşıyor. Ülkenin orta kısmı plato, doğusu ise Kalahari Çölü’dür.

Afrika’nın güneybatısında yer alır. 1990 yılında Güney Afrika Cumhuriyetinden Bağımsızlığını kazanmıştır. Şu anda çok partili Cumhuriyet’le idare ediliyor. Portekizliler keşfetmiş. Balina avcılığı ilgisiyle bir çok ülke uğramış(Walwis Bay’e), İngilizler ve Almanların yönetimi altına girmiş.Almanlar 1904-1907 yılları arasında 20.y.y. ilk büyük soy kırımını burada gerçekleştirmiştir. 65.000 Herero (Nüfusların % 80’i) ve 10.000 Nama(nüfuslarının % 50 si) Çoluk çocuk demeden yok etmişler.

Nüfusun büyük çoğunluğu siyahlardan meydana geliyor. En büyük gurup kuzeyde yaşayan Ambolar. Kavangolar(Bantu dili konuşur). Doğuda Caprivililer ve Kaokolandlılar(Koisan dili). Güneyde ise Damaralar, Hererolar, Sanlar, Batsvanalar ve Nama’lar yaşar. Nüfusun %  10 u beyazlardan oluşuyor. Şehirlerde oturuyorlar ve ticareti ellerinde tutuyorlar.

Başşehirleri Windhoek (500.000 nüfuslu). Walwis Bay, Swakopmund (alman kolonial mimarisinin örneklerini görebilirsiniz.) gibi nüfusu az olan şehirlerde tarihi eser yok. Esir ticareti ve yer altı zenginlikleri beyazlara yetmiş. Yetmiş mi?

Ülkenin bir çok yerinde hepsi beyazlara ait büyük çiftlikler var. Büyük derken 50 km.kare – 100 km.kare. En önemli gelir kaynakları elmas, bakır, uranyum. Daha bir çok maden, tuz, yarı değerli taş. Bunların hepsinin üretim ve satışı beyazların elinde. Siyahlar’mı?  Bu çiftliklerde, madenlerde çalışıyorlar. Birde hayvancılık yapıyorlar.

Misyonerlerin çalışması sonucu siyahların büyük çoğunluğu Hıristiyan. Yaygın mezhep Luthercilik.

Sosuvlei, Namib çölünün güneyinde kızıl kum tepelerinden meydana gelen eşsiz doğal güzelliklerine sahip. Milyonlarca yıllık bir oluşum. Bu kızıl kumlar rüzgarın yönüyle devamlı şekil değiştiriyor. Hepsi numaralandırılmış. En yükseği konik şekilli olanı(380 m.). Sabah güneş doğarken bu tepelere tırmanmak ve sonra aşağıya doğru kaymak çok zevkli. Benguela akıntısının kıyıdan içerlere taşıdığı sis çok özel hayvanların yaşamasına olanak sağlıyor. Namib çölünün büyük kısmı kayalıklarla kaplı. Düzlüklerde ve kum tepelerinde antilop, deve kuşu, böcek ve sürüngenler görülebilir.

Walwis Bay, Atlas Okyanusu’nun kıyısında bir liman ve balıkçılık şehri. Kumsallarında 5.000 i bulan fok kolonileri bulunuyor. Açıklarında koruma altındaki adalarda Karabatak ve Guano (penguen) kolonileri var. Bunların dışkıları gübre olarak kullanılıyor. Bu adalara ve fokların olduğu yerlere teknelerle gidiyorsunuz. İstiridye yetiştirme alanlarını, fokları, çeşitli deniz kuşlarını çok yakından görebilirsiniz.

Etosha(Etoşa) Milli Parkı 4.800 km.karelik tuz havzasının içindedir. Afrikadaki en büyük parklardan biridir. Havza geçmişte bir gölmüş, sular azalınca kurumuş, bugünkü halini almış. Angola’dan gelen kanallar azda olsa bugün su getiriyor. Mili Park 22.267 km. karedir. Flamingolar, kartallar , şahinler, akbabalar, beç tavukları, deve kuşları, yarasa kulaklı tilki ve bir çok kuş çeşidi var. İç savaş sırasında büyük hayvanların sayısı çok azalmış. Yapılan koruma çalışmalarıyla sayıları artıyor. Zürafa, aslan, leopar, fil, zebra, gergedan, babun ve antilop cinslerini görüyorsunuz.

 

Himbalar, Namibia ile Angola’yı ayıran Kurene nehri çevresinde yaşamaktadır. Modern dünyanın olanaklarına direnen bir toplumdur. Kendi yaptıkları takıları ve giysileri giyerler. Kadınlar vücutlarını kırmızıya boyuyorlar (kırmızı toprak ve hayvansal yağ karışımı). Köyden hiç dışarı çıkmıyorlar. Erkekler çobanlık yapıyor. Ağaç ve topraktan yaptıkları küçük kulübelerde yaşıyorlar. Basit kap kaçak kullanıyorlar. Bölgelerinde tarım yapılamadığından hayvancılık yapıyorlar. Ana gıdaları süt ve et. Kendi törelerine göre yönetiliyorlar. Köyün reisi atalarla iletişim kuran dini lider, sürünün ve sönmeyen tören ateşinin koruyucusu.

Ayhan Şevmet

 

MADAGASKAR

DSC00959_02Dünyanın Lemur’larıyla tanıdığı Madagaskar her şeyiyle ilginç bir adadır. İnsanları, bitki örtüsü, hayvanları ve doğasıyla insanı kendine hayran bırakır. Unutulmaz izlerle ayrılırsınız.

88 milyon yıl önce Afrika ve Hindistandan ayrılan Madagaskar izole olmuş. Daha sonra gelen iklim değişiklikleri bitki örtüsü ve hayvanların evrim geçirmesine yol açmıştır. Adada yaşayan hayvanların % 90’ı Dünyanın hiç bir yerinde yaşamaz.

İnsanlar adaya 2000 yıl önce yerleşmişler. İlk gelenler Malay-Endonezy topluluklarıydı. Daha sonra Afrikalılar gelmiş ve bunlar karışarak bügünkü Madagaskar halkını oluşturmuşlar. Dilleri Malezya-Polinezya dillerine bağlıdır. (Borneo adasının güneyindede aynı dil konuşuluyor.) 20 gurubun kullandığı dil bazı küçük farklar taşıyor, Lehçelerden Merina lehçesi “ulusal” dil olarak benimsenmiştir. İkinci dil olarak Fransızca konuşulur. (Fransızlar 16.y.y. da adaya gelmiş.1896’da sömürgeleştirmiş. 1960’da adayı terk etmişler.)

Nüfusun yarısı hıristiyan, çok azı müslüman. Geri kalan topluluklar “Zanahari”(yaradan) adlı yüce tanrıya ve atalarına taparlar. Karmaşık bir tabu sistemine dayanan geleneksel dinlerini sürdürüyorlar. Mezarlara özen gösteriyorlaer ve ölüler için ayrntılı törenler düzenliyorlar, Madagaskarlılar gelenekleri gereği terbiyeli, saygılı, dürüst ve misafirperverdirler. Yaşlılara büyük saygı gösteriyorlar. Dilenci yok. Antananarivo (Başşehir) gibi şehirlerde bütün dünyada olduğu gibi daha maddiyatçı yaşam var. Antsirabe, Ranofana spa merkezleri. Fianarantsoa eğitim merkezi. Tulear liman kenti. Öne çıkan şehirleridir.

Nüfusu 21 milyon civarında olan Madagaskar’da tarıma dayalı ekonomi var. Pirinç ana üründür. Şeker kamışı, manyok, mısır, patateste çok ekiliyor. Karanfil, kahve ve vanilya ihraç ürünleri. Her çeşit tropikal meyva bulabilirsiniz. Ama kirazı bilmiyorlar.

Hayvancılık yaygın. Domuz, keçi, koyun, sığır (“Zebu” adını verdikleri hörgüçlü sığır mutfaklarındada önemlidir.) Madagaskar mutfağında etin yeri önemlidir. Domuz, kümes hayvanları, sığır. Sahillerde balık ve deniz ürünleri. Yemekler adaya özgü soslarla hazırlanıyor. Peynir çeşitleride çok. Ama sabah yedikleri “Malagashi brekfast” pirinç lapası ile Zebu yahnisi.

Madagaskar aynı anda değişik iklimlere sahip. Tropik, ılıman, kurak, sıcak ve yağışlı havayı bir gün içinde değişik bölgelerde görüyorsunuz. Bu özellik farkı değişik bitki ve hayvan türlerinin yaşamasına olanak sağlamış. Geçmişte adanın geniş bölümünü kaplayan zengin ormanlar insanların adaya gelmesiyle, tarla açma, yakacak ve kerestelik ağaç kesimi nedeniyle büyük ölçüde azalmış. Savan ve step bitki örtüsü, yıl boyu yeşil kalan ağaçlar, yaprak döken ağaçlar, dikenli ağaçlar, dev kaktüsler, baobab ağaçları, orkideler, eğrelti otları hepsini bu adada görüyorsunuz.

Afrikadan çok farklı hayvan varlığına sahip. Özellikle primatlar çok farklı bir evrim geçirip adanın her koşulunda yaşayabilen farklı türler meydana gelmiş. Son yapılan keşiflerle şimdiye kadar 101 Lemur türü sayılmış.

Madagaskarda 294 kuş türü kaydedilmiş. Bunların 105 tanesi sadece burada bulunuyor. Kirpiler, değişik boy ve renklerde bukalemunlar, Fossa gibi etçiller, yarasalar, fareler yılanlar (zehirli değildir) ve kertenkeleler, amfibiler, kelebekler, ırmaklarda timsahlar, sahillerde zengin balık çeşitleri. Özellikle adanın güneybatı kıyıları boyunca uzanan resifler zengin bir deniz alemi sunuyor. Bu kıyıda bulunan “Ifaty” de dalış yapabilirsiniz. Dalış merkezlerinin çoğunun dalış sertifakası yok. Buna dikkat edin. Ayrıca sahiller köpek balığı dolu. Dalışları sadece sabahları yapın. Rengarenk balıkları seyretmek müthiş bir duygu.

Madagaskarda bir çok milli park var. İsola Milli Parkı (Şekilenmiş kum taşları, ender bitki örtüsü, lemur ve kuş türleri). Ranomafana Milli Parkı (Yağmur ormanları ve buraya özel türler). Perinet Ormanları (En bozulmamış yağmur  ormanları.Nesli tükenmiş olan insan büyüklüğündeki lemurda burada yaşamış). Gezilmesi gereken yerlerden.

ANI: Madagaskar’ın güneyindeki tepelerde kutsal yerlerin ve mezarların uzaktan fotoğraflarını çekiyorduk. Buralara yaklaşmak ve hatta bazı kutsal yerleri elle göstermek bile tabu. Yerel rehberimiz bugün bir köye getirilen cesedi görebileceğimizi söyledi.

İnançlarına göre cenaze önce köyün uzaklarındaki kutsal kayalıklara götürülüyor. Üzeri taşlarla örtülüyor.2-3 sene burada kalıyor. Köyün şamanı içindeki kötü ruhların artık gittiğine karar verdiğinde ailesi cesedi alıp eve getiriyor.

Köye girdiğimizde (10-15 evlik) köylüler sonuna kadar sesi açılmış seyyar müzik çalar eşliğinde dans ediyorlardı. Bir kaç kişi evin içine girdik. Ufacık bir kulübe, herkes yerde oturuyor ve herkes konuşuyordu. Ceset yüksekçe bir tahta yatak üzerine yatırılmış ve süslenmişti. Bir şişe sert içki ve tek bardak elden ele dolaşıyordu. Çok sertti. Diz dize oturuyorduk. Bir kadın ayağa kalktı ve cesede dönerek “Bak görüyorsun değilmi, sen ne kadar iyi insansın ki seni görmek için çok uzaklardan geldiler. Tekrar ailene katıldığın için hepimiz çok mutluyuz. Seni kucaklıyoruz.” dedi.Onunla ailenin yaşayan bir ferdi gibi başka konuşmalarda oldu. Sonra dışarı çıktık, köylülerle birlikte dans ettik. Herkes çok neşeli ve mutluydu.

O artık ailenin atasıdır. Evin yakınına gömülecek, ona saygı gösterip,tapacaklar.

Ayhan Şevmet

 

YEMEN’İN KUŞLARI

Yemen gezisi sırasında rastladığım kuşlar.

Ayhan Şevmet

SOKOTRA ADASI

065_01

Yemen’e bağlı Sokotra takım adaları Afrika kıtası ile Arabistan Yarımadası arasında yer alır. Dünyanın geri kalanından izole olmuş bu adalar kendi endemik türlerini yaratmış. Üçyüz’den fazla bitki türü, kuşlar, kertenkele, böcekler… Küçük Galapagos adaları gibi. Geniş kumsalları, güneş, deniz, Dünyanın en şöhretli yerlerinden daha güzel. Ama turizm gelirse bu doğal güzellikler bozulacak.Kolay kolayda gelmez.Çünkü,buraya yalnız Yemenden gelinebiliyor.Orada ise istikrar çok zor.

Ada halkını ikiye ayırabiliriz. Yükseklerde yaşayıp hayvancılık yapan Bedeviler, sahillerde balıkçılık yapan Afrikalı ve Arap halk. Hadibu en gelişmiş yerleşim yeri. Sokotra’da muson mevsimi çok sert geçtiği için burada yaşayan halkın çoğu bu zamanı Yemen’e gidip çalışmakla geçiriyor.Her şey Yemenden geliyor.Tabi benzin ve mazotta,Hava kötüyse deniz yoluyla ulaşım olmuyor.Benzin istasyonları kapanıyor araçlar çalışmıyor.

Bitkilerden en meşhuru Ejderha Kanı Ağacı’dır. Aslında bu ağaç değil Zambak ailesine ait bir bitkidir. Adanın orta kısmındaki tepelerde bulunur. Ağacın öz suyu kırmızıdır ve kabuklarının pişirilmesiyle elde edilen madde ilaç olarak kullanılıyor. Roma’da gladyatörlere merhem, Kleopatra’nın ruju, günümüzde de kanamayı önlemek gibi bir çok kullanım alanı var.

Eski zamanlardan beri tanrılara yakılan tütsünün halen 8 endemik türü var. Ayrıca Commiphora (Mür), Aloe (İskender zamanında asker merhemi olarak kullanılmış),Çöl gülü, Hıyar ağacı ve daha bir çok tür.

SOKOTRA’NIN KUŞLARI:

Sokotra dünyanın en büyük Mısır Akbabası kolonisine sahip. Burada ona “Belediye” diyorlar. Tam bir temizlik elemanı ve insanlardan hiç kaçmıyor. Mısır Akbabasını iki üç metre mesafeden izleyebilirsiniz.

Endemik kuş türleri: Sokotra Nektar Kuşu (Socotra Sunbird), Sokotra Ötleğeni (Socotra Warbler), Sokotra Yelpaze Kuyruk (Socotra Cisticola), Sokotra Sığırcığı (Socotra Starling), Sokotra Serçesi(Socotra Sparrow), Sokotra Çintesi(Socotra Banding), Sokotra Şahini(Socotra Buzzard)

Ayhan Şevmet

SHARM EL SHEIKH

DIGITAL CAMERA

 

Mısır’ın Sina yarımadasında ve yarımadanın güney ucundadır. Dünyada dalış merkezi olarak tanınmıştır.

1960 yılında Mısır-İsrail savaşında İsrail tarafına geçmiştir. İsrail çöl olan bu bölgeyi keşfetmiş ve kısa zamanda vahaya dönüştürmüştür. 1979’daki Camp David Antlaşması ile Mısır’a iade etmiştir.



Deniz, kum, güneş, neredeyse bütün kıyılar resif. Dalış yapmak için her türlü olanak mevcut. Dalış okullarında uygulamalı öğrenebildiğiniz gibi bir şnorkel, maske ve palet alıp rengarenk balık ve mercanları izleyebilirsiniz.

Dalış yapmayı sevmiyorsanız turistlerin çok sevdiği Nama plajında Kızıldeniz’in zevkini çıkarırsınız. Akşam olunca merkezdeki çarşıya gidip dolaşırsınız. Burada mağazalar, restoranlar,nargile kafeler, gece kulüpleri bulunuyor.

Sharm el Sheikh’in en önemli yerlerinden biri de Ras Muhammed Milli Parkı. Burası dünyanın önemli su altı milli parklarından biridir. Doğası ve deniz altı hayatıyla mutlaka görülmesi gerekir.

Tiran adası da günübirlik gezilecek bir yerdir. Tekne turlarıyla ulaşabilirsiniz. Çölde 4×4’lerle yapılan motor safarilere katılıp güneşin doğuşunu çölden izleme ve fotoğraflama şansına sahip olursunuz.

Ayhan Şevmet

 

YEMEN

671_01   Aslında Yemeni birkaç satırla anlatmak çok zor. Arap yarımadasının Afrikaya bakan ucunda yer alan Yemenin nüfusu 26 milyon.%97 si Arap, geri kalan Somalili, Hintli ve Pakistanlı. Din İslam, %99 Müslüman. %55 Sünni, %45 i Zeydiyye mezhebindendir. Zeyediler Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’in halifeliğini kabul ederler. Hz.Osman’ın halifeliliğine karşı çıkarlar. Sıranın Hz.Ali’de olduğunu söylerler. Hz.Ali, Hz. Muhammed’in emri ile Yemene gelmiş ve onlara Müslümanlığı kabul ettirmiştir. Bu yüzden onu çok seviyorlar

Osmanlılar 1517-1918 tarihleri arasında egemenliklerini sürdürmüşler. Bir çok yerde izlerini görebiliyorsunuz. Yemenliler halifeliğin Osmanlılarda olmasını hiç kabul etmemişlerdir. Osmanlılar terkettikten sonra idare Zeyyidi imamlarına geçmiştir. Kuzey ve güney Yemenin birleşmesiyle 1991 yılında anayasa düzenlenmiş, çok partili Cumhuriyet kurulmuş. Ama iç çekişmeler hiç bitmemiştir

SANA : Başşehir Sana 2400 metre yükseklikte kurulu. Görülecek yer, surlarla çevrilmiş olan Eski Sana’dır. Bab-ül Yemen kapısından girdiğinizde zaman tünelinde geriye gitmiş gibi olursunuz.Daracık sokaklardan egzotik kokular, kebap kokularına karışır. Burası yaşam ve ticaret yeridir. Çarşısında, hurma satan dükkanlar, ayakkabı tamircileri, esansçılar, yemeniciler, kazancılar, cami alemi imalatçıları, baharatçılar, nargileciler, şekerciler ve daha birçok çeşit. Cembiye satıcıları çoğunlukta. Cembiye hilal şeklinde ağzı olan,hançer ve kınını, süslü kemer tamamlıyor. Bir gelenek, oldukça yaygın. Statü sembolü gibi.

Yemen’i kendine has mimarisini görmek için bile gidilir. Kerpiçten yapılan dünyanın ilk apartmanları günümüzde halen kullanılıyor. Evlerin içindeki havalandırma sistemi ve izolasyon yüzyıllardır devam ediyor. Cam ve kapı kenarları süslerini beyaza boyayarak güzel bir görüntü sunuyorlar.

KAT : (Gat)Yemen’de en çok dikkati çeken saat 12.00-16.00 arası, hafif dozda uyuşturucu içeren kat yaprağı çiğnenmesi. Yanaklarının tek tarafına sıkıştırıp suyunu emiyorlar. Bunu kullanmak serbest. Yani Yemen halkı uyutuluyor. Günlük ciro 30 milyon dolar. (2008 de Sana’da ibadete açılan, devlet başkanı Ali Abdullah Salih’in yaptırdığı Salih Camii 60 milyon dolara mal olmuş.) Gerisini siz hesap edin. Yaklaşık ülkenin yarısı kat çiğniyor. Kahve tarlalarını bile söküp kat ekmişler. Çok su isteyen bir ağaç, su az. Yani ülke geriliyor. Elli sene sonrada gitseniz aynı Yemen’i gene görürsünüz. Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde şehri balık ticaretiyle uğraşıyor. Balık hali mutlaka görülmeli. Çok değişik renk ve büyüklükteki balık türlerini insanların yarattığı keşmekeş içinde izlemek çok ilginç. Uzak doğu pazarlarına gönderilmek için kuyruk ve yüzgeçleri kesilmiş çeşitli köpek balığı cinslerini görünce insan üzülmeden edemiyor. Dağların yükseklerinde kurulmuş köyler. Uzaktan kuş yuvası gibi görünen  bu yerler, yaklaşınca 1000 yıl öncesine götürüyor insanı. Bitişik ve üstüste yerleşmiş evler, daracık ve dik sokaklar. Taş ve kerpiçin uyumu. Sadece bu köylerdeki yaşamı, adetleri, dansları,şarkıları, evlerin içlerini, insanların güler yüzlerini anlatmak bile sayfalar alır.

Kadınları sokaklarda pek göremiyorsunuz. Çarşılarda sadece gözleri gözükecek şekilde çarşaf içinde görebiliyorsunuz. Kızlar ilkokuldan sonra başlarını örtüyorlar ama çoğu çarşaf giymiyor. Köyler biraz daha serbest gibi. Dağ köyü olan Hotaib’de İsmailiye tarikatının merkezini, Taiz’de Ashrafi Camini, Jibla kasabasında Kraliçe Arwa’nın sarayını (Tek kadın imam), Sana’da İmam Yahya’nın sarayını gezip görebilirsiniz.

Ayhan Şevmet

ENDÜLÜS (Andolucia)

Bir ülkeyi yada bölgeyi tanımak için tarihini bilmek gerektiğine inanarak Endülüs bölgesinin tarihine bakalım. 711 yılında Berberi komutan Tarık bin Ziyad komutasındaki Emevi orduları Cebelitarıktan İber yarımadasına girmiş, Germen asıllı Vizigot’ları yenerek İspanyanın Müslümanların eline geçmesinin önünü açmıştır. Tarık bin Ziyad orduları karaya bastığında gemileri yakarak ordunun ricad etmesini önlemiştir. (Gemileri yakmak, sözcüğü buradan çıkmıştır.) İlk zamanlar valilerle yönetilmiş, 750 yılında Abbasiler Emevi hanedanlığını yıkmış. Hanedandan sağ kalan Abdurrahman bin Muaviye Endülüse sığınmış ve Başkent Cordoba (Kurduba)da kendini Endülüs Emiri ilan etmiştir. Endülüs Emevi Devleti 1031’e kadar sürer. Üçüncü Hişam 1031 yılında öldüğünde çok sayıda bağımsız devletletçiklere bölünmüş. Bu devletçikler hem birbirleriyle hemde Hıristiyan İber halklarıyla savaşırken, Kuzey Afrikadan gelen Murabıtlar(1090-1147), Muvahitler(1147-1238) birliği kurmayı başaramamışlar. Müslümanlar Gırnata Sultanlığı (Beni Ahmer Devleti) olarak Granada ve çevresindeki bölgede sıkışıp kalmışlardır (1232-1492) Kastilya Kraliçesi İsabel, Aragon Kralı Ferinand (Fernando) ile evlenerek güç birliği sağlamış, 781 yıl süren İslam egemenliğine son vermişlerdir. 1492 yılında kuşatılan Gırnata Sultanlığı, bir sabah İspanyol bir komutanın, bir elinde Kuran ,bir elinde İncil surların önüne gelerek,*eğer şehri terkederseniz kimseye bir şey yapılmayacak* demesi üzerine barış sağlanmış. Son Sultan Abdullah şehri terk etmiş. Bir tepede durarak son kez şehre bakar ve ağlar. Annesi ona şöyle der ;

“Bir kadın gibi ağlayacağına, bir erkek gibi savaşıpta ölseydin.” İspanyollar sözlerinde durmamış ertesi günü hıristiyan olmayan herkesi öldürmüş yada hıristiyan yapmış, kaçanda kurtulmuş. Müslümanların çoğu Kuzey Afrikaya kaçmış, Yahudiler’in ( yaklaşık 200.000) çoğu Hızır ve Oruç Reisin gemileri ile İstanbul, Selanik ve İzmir’e getirilmiştir. Bunlara “Sefarat Yahudi’leri” denir. İspanya kralı Üçüncü Felipe 1609 yılında çıkardığı fermanla 1610-1614 yılları arasında Müdeccenleri (İspanyada kalan Müslümanlar) ve Moriskoları (Hıristiyanlığı kabul etmiş Müslüman ve Yahudileri) İspanyadan kovdu kadın, çocuk demeden katletti, Engizisyonu katı bir şekilde uyguladı. Müslümanların izini silmek için bütün cami, kümbet medrese ve güzel binaları, sarayları yıktırdı. 100.000 lerce bilgi dolu kitapları yaktırdı. Endülüs’te okuma yazma oranı çok yüksekti. Çok sayıda bilim adamı ve düşünür  yetişmişti. Botanikçiler, gök bilimcileri yetişmiş, tıpta modern yöntemlerin adımları atılmıştı. Burada eğitim gören Avrupalı talebeler ülkelerine döndüklerinde yeni çağı başlatmışlardır. Endülüste bir kütüphanede 10.000 kitap bulunurken aynı çağda Parisin en büyük kütüphanesinde 70 adet kitap bulunuyordu. Bunlarıda azsayıda okuma yazma bilen rahipler okuyabiliyordu. Geriye nemi kaldı? Bir müddet kendilerininde kullandığı Elhamra Sarayı, Katedrale çevrilen Kurtuba cami, Alkazar sarayı, Altın Kule.

ELHAMRA SARAYI : Granada’da Beni Ahmer Devletini kuran Birinci Muhammed tarafından başlatılmış, sonra gelen Sultanlar tarafından ilaveler yapılarak genişletilmiştir. Bir süre İspanyol krallar tarafından kullanılmış. Napolyon tarafından bombalanmış. Evsiz ve serserilerin barınağı olmuş. Dünyada ilgi görmeye başlayınca onarılmış ve şu anda günde 6.000 kişinin ziyaret ettiği önemli bir turizm merkezi olmuş. Döneminin yapı şaheseri olup kısmen zamanımıza kadar kalmıştır. Arapça *Allahtan başka galip yoktur* cümlesi sarayın her tarafında yazılı. Allah adını her yerde bu kadar çok zikreden başka bir saray yoktur. İçiçe odalar, salonlar, iç avlular, kemer ve tavan süslemeleri, harem bölümleri, aslına uygun olarak yapılan Aslanlı Avlu, yeniden yapılan bahçeler o zamanda yapılan kanallarla dağlardan getirilmiş suyla can bulmuş havuzlar, fıskiyeler. Biraz hayal gücüyle binbir gece masallarındaki sahneleri canlandırabilirsiniz. KURDUBA ULU CAMİ : Cordoba’da Şimdi katedral olan cami 856 sütundan ve bu sütunların üstündeki kırmızı beyaz tuğlalardan meydana gelen çifte kemerlerle çok etkileyici büyük bir cami. Bu sütunların 156 sı kilise için yıkılmış.

ALTIN KULE : Seville’da (Seviya okunuyor) Araplar İşbiliye diyorlarmış. Araplar tarafından yapılan surların ayakta kalabilen kulesi. Nehiri zincirlerle kapatılmaktada kullanılmış.                                                                                                               ENDÜLÜS BÖLGESİNDE ; Eski şehrin olduğu sokaklar dar. Beyaz badanalı iki katlı evlerin bazılarında Karmen denilen bahçeleri var. Portakal, limon, yasemin ve bir çok değişik çiçekler. Evlerin balkon ve duvarları renkarenk çiçek saksıları ve seramik tabaklarla süslenmiş. Juderia denilen Yahudilerin eskiden oturmuş olduğu daracık sokaklar. Daracık sokaklardan geçtiğinizde önünüze meydanlar çıkıyor. Burada kafeler restaurandlar bulunuyor. Hatta bu daracık sokaklarda faytonla gezinti yapanlara rastlayabiliyorsunuz. Rondada ilk boğa güreşlerinin yapıldığı arenayı görebilirsiniz. Burasıda eski bir Endülüs şehri. Flamengo müziği Araplar tarafından Endülüse gelmiş Çingeneler tarafından geliştirilmiştir. Bugün ise İspanya denilince ilk akla gelenlerdendir. Granada’nın Albeniz tepelerinde, kayaların içine oyulmuş saloncuklarda yapılan, çingenelerin sergilediği Flamengo gösterileri görülmeye değer.

Ayhan Şevmet

BİRECİK (ŞANLIURFA)

1207-5Birecik denilince akla Kelaynaklar gelsede, paleolitik (Taş çağı) dönemden beri sürekli iskan edilen önemli bir noktada yer alır. Şanlıurfa’ya 32 km. Gaziantep’e 62 km. mesafededir. İki şehri Fırat üzerinde 1955 yılından beri Birecik Köprüsü birleştirir. Bu köprü yapılmadan önce ulaşım kayık ve sallarla yapılıyordu. Ve bir tersane vardı.

Birecik Kalesi ilçenin en önemli tarihsel yapısıdır. Asur’lulardan günümüze kadar çeşitli onarımlar görmüştür.Urfa Kapı, Meçan Kapı ve İç Kale (Memluk’lular döneminden) sağlam olarak görülebilir.

Dar sokaklarına girdiğinizde bazalt veye kalker taştan yapılmış yollar, kesme taştan yapılmış evler, evlerin cumbaları ve karşılıklı iki evin sokak üstünde yine taştan yapılan birleştirme ile meydana gelen geçitler. Bunlara Kabaltı deniyor.

Evlerin damları düzdür, yaşam alanı olarak kullanılır. Yazın uyunur. Salça, biber, patlıcan serilip kurutulur.

Ulu Cami, Çarşı Cami, Mahmut Paşa Cami, Tekke Cami, mescitler, türbeler, hamamlar…

Tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomisi mutfağınada yansımıştır. Patlıcan, et, nohut, biber, fıstık. Çorbalar, çeşitli kebaplar(Haşhaşlı Kebap, Ciğer Kebabı, Patlıcanlı Kebap…) ve yemekler, Erik Tavası(yeşil erik zamanı), Unutma Beni (Nohut ve et ile), Şırşırlı (Nohut ve bulgurla yapılan) .Sütten yapılan Şıllık tatlısı ve Buğdaylı Soğuk Ayran Aşı Çorbası (kebap ile nefis oluyor).

Her yemek acılı, hatta salata bile. Acı soslu alabalık ızgarayı denemelisiniz, Tırnak Ekmeği( Pide) ile birlikte.

Bütün bunlar Bireciğin yemek kültürünü yansıtıyor.

Fırat’ın sahiline yeni yapılmış yürüyüş yolu üzerinde piknik yerleri, kafeler ve dinlenme alanları yer alıyor. Burada bulunan restoranlarda yemek yiyebilir yada kafelerde oturup Fırat’ın sakin akışını seyredebilirsiniz.

KELAYNAKLAR VE DOĞA

Fıratın kıyısındaki sırtını kayalara dayamış bu şirin ilçe doğal yaşam açısından çok zengindir.

Yarı çöl,ağaçlı bozkır, kanyon, Fıratın kıyılarındaki sazlık ve Fırat Söğüt Kavağı ağaçları farklı yaşamları buluşturuyor. Çizgili Sırtlan, Fırat Arap Tavşanı, Çöl Varanı(iri kertenkele), Uzun Kulaklı Kirpi, Çöl Koşarı (kuş türü), Çizgili İshak Kuşu (Baykuş cinsi) gibi nesli tehlike altında olan türleri barındırır. Fıratın üzerinde bulunan adacıklar ve gölcükler değişik kuş türlerine ev sahipliği yapar.

Kelaynaklar’ki Bireciğin sembolü olmuşlar, nesilleri tükenecekken 2002 yılından itibaren Doğa Derneği ve Milli Parkların yürüttüğü üreme projesi sayesinde bugün sayıları yüzün üstüne çıkmıştır. Kelaynaklarla ilgili çeşitli hediyelik eşyaları Kelaynak Üretim Merkezinden alabilirsiniz.

Buradan başlayan 12 km.lik kanyonda trekkingçilerin gözdesi olacak bir yer.Hem yürüyüp hem kuş seslerini dinlemek, gözlemlemek, ne güzel

 

Ayhan Şevmet