AVUSTRALYA

 DSC_4140-9 30 milyon yıl önce Ana Kıta’dan ayrılan Avustralya kendi yolunda devam etmiş.Faunası ,florası ve doğasıyla apayrı bir gelişim göstermiştir.Şu anda çölleri,yeraltı suları,tuz gölleri,yağmur ormanları,sıra dağları,okaliptus ormanları,büyük mercan resifi ve değişken iklimiyle mutlaka gezilip görülmesi gereken bir ülke.

  Avustralya’ya ilk insan topluluğu yaklaşık 45.000 yıl önce Güney Doğu Asya’dan geldiği kabul ediliyor.Bu günkü Aborjinlerin ataları.Doğada yaşayan,avcı-toplayıcı,doğaya saygılı,mitolojilerı olan “Düş Zamanı” inanci ile yaşamışlar.Günümüzde gerçek Aborjin görmek bile çok zor.Nedeni İngilizlerin yüzyıllarca sürdürdüğü asimile ve yok etme politikası

Güney adaları ve Queens Land bölgesine zamanla Malezya kökenliler yerleşmiş.Avustralyanın Avrupalılar tarafından keşfi Hollandalılar tarafından yapılmış (Willem Janszoon – 1606).James Cook ise 1770 yılında doğu sahillerinin haritasını çıkarıp,Britanya krallığına bağlamış.Şimdi ise kozmopolit bir toplum var ülkede.Neredeyse dünyanın her tarafından insan buraya gelmiş.

DARWİN VE KAKADU MİLLİ PARKI : Adını Charles Darwin’den alan şehir eski bir liman.Şimdi ise çok modern bir şehir.Aborjin kültürü kalıntılarını görmek için Kakadu milli parkına gitmek gerekiyor.Darwin’in 220 km. doğusundaki milli park eşsiz duvar resimlerine sahip.Park ismini “Gagudju” adlı Aborjinlerden almış.Nourlangie Rock’ta bulunan duvar resimlerinde mitolojierinden çizimler görülüyor.Çizimlerin çoğu 20.000 yıllık.Milli Parkta zengin bir kuş türü çeşitliliği var.Yellow Water’da yapılan tekne gezisinde çeşitli su kuşları,yırtıcı kuşlar ve ötücü kuşları izleyebiliyorsunuz.Tuzlu su timsahlarını çok yakından doğasında görüyorsunuz.Doğa severler için çok önemli bir yer bence.Günlerce kalabilirim.

CAIRNS – BÜYÜK MERCAN RESİFİ -YAĞMUR ORMANLARI :Cairns,tropikal Queens Land’in idari merkezi.Çok canlı bir şehir.Eğer yer ayırtmazsanız akşam yemeğinde istediğinizi yiyemiyebilirsiniz.Sahilde geniş bir park var.Gündüzleri spor yapanlar,gece ise müzik gurupları,hokkabazlar,pratik yiyecek köşeleri ve daha niceleri burada.İnsanlar birbirine son derece saygılı eğleniyorlar.

Büyük Mercan Resifi.Uzaydan görünebilen milyarlarca küçük organizmanın yaptığı dünyanın en büyük resifi.Queens Land’tin doğu sahili boyunca uzanıyor.Doğu kıyısı boyunca devam eden sıra dağlardan denize akan nehirler resifin adete yiyecek deposu gibi çalışıyor.900 ada ve 2900 resif.Cairns’ten katamaranla müsaade edilen belirli adalara turlar var.Michelmas bunlardan biri.Burada şnorkelle veya tüplü dalış yapabilyorsunuz.Bir metre derinlikte ekzotik balık ve mercanlar insanı büyülüyor.Küçük adada ise binlerce deniz kuşları koloniler halinde yuva yapmışlar.Bütün bir günün nasıl geçtiğini insan anlıyamıyor.

Dünyanın en yaşlı yağmur ormanları burada.Tam 180 milyon yaşında.Cairns’ten nostaljik trenle ormanın ortasındaki Kuranda’ya gidiliyor.Ağır ağır ormanı seyrederek,bol fotoğraf çekerek.Kuranda’dan Cairns’e geri dönüş ise teleferikle.Ormanın üstünden geçmek çok özellikli deneyim.Ormanda yapılan yürüyüşlerde ve ikinci dünya savaşından kalma Army Duck (tekne – kamyon) larla yapılan gezilerde.Kaplumbağa ,kuş,yılan,büyük kertenkeleler gibi orman canlılarına rastlıyorsunuz.

AYERS ROCK (ULURU) : Kumtaşıntan  bir kaya,Aborjinlerin kutsal saydığı yer.Demir oksidin verdiği kırmızı renk çölün orta yerinde insana ruhani bir duygu vermiyor değil.Kata Tijuta Milli parkının içinde yer alıyor.32 kilometre batısındaki Olgas kaya oluşumlarıda Uluru gibi Aborjinlerin kutsal makanları.Gece çölde verilen bir akşam yemeği.Herkes susuyor,uzun bir sessizlik ,”Düş Zamanı “devam ediyor.Sabah Uluru’yu bu sefer gün doğumunda izliyorum. Gündüzse dikkatli gözler çöl kuşlarını arıyor.Buluyorda çoğunu.

SYDNEY :Deyince ilk akla gelen tabiki Opera Evi.Sidneyin sembolü.Gerçekten müthiş bir yapı.Beş tiyatro salonu ve 1000 oda.Akustik sağlansın diye bütün tavanlar ahşaptan yapılmış.Kısa bir süreliğine koronun provasını dinleme şansımız oldu.Akustik harikaydı.Sidney Limanında yapılan gezide mimari estetik insanı etkiliyor.Mimarı Danimarkalı Jorn Utzon.

Sidney Limanı Köprüsü,Botanik Parkı,Darling Limanı,Bondi Plajı,King Kross,Eski hapisane Hyde Park Barracks,Olimpik Park şehir içinde gezilecek ve görülecek yerlerden bazıları.Sidney Akvaryum’undan bahsetmeden geçemiyeceğim,şimdiye kadar gördüklerimin içinde en iyilerinden biri diyebilirim.

Sidney den “Featherdale Doğal Yaşam Parkına” gittiğimizde Avustralya’ya özgü korunan hayvanları burada görebiliyoruz.Kanguru,Koala,Vombat,Emu,Gassowary gibi.Yine Sidney’in100 km. batısında “Blue Mountains” görülmesi gereken yerlerden.Adını Okaliptüs ağaçlarının çıkardığı yağın mavi buharından almış.Okaliptüs ormanlarını tepeden gören bir yerden baktığımızda bu mavi pus çok net görülüyor.Tabi burada kendine özgü yaban hayatı var.Three Sisters (Üç Kızkardeş) kayalarıda burada.

MELBOURNE : Sidney’den sonra en kalabalık şehir.En büyük tramvay ağına sahip.Canlı yaşayan bir şehir.Gece ve gündüzüde güzel.Sağlık,kültürel yaşam ve yaşam kalitesi gibi kriterlerde dünyanın en yaşanılabilir şehirleri arasında en üst sıralarda yer alıyor.Büyük Okyanus Yolu şehirden batıya okyanus boyunca uzanıyor.Sahil boyunca eşsiz manzaralar görüyoruz.Sörf şampiyonalarının yapıldığı “Bells”,”Apollo Koyu” ve “Twelve Apostol”.Twelve Apostol (On iki Havari) dalgaların şekillendirdiği değişik kaya yapıları.

TASMANYA : 14.000 yıl önce denizin yükselmesiyle Avustralya’dan ayrılmış.Ana karadan 1600 km. uzaklıktadır.1642 yılında Hollandalı kaşif Abel Tasman tarafından keşf edilmiş.1803 de İngilizler tarafından yerleşime açılmış.1803 ile 1847 yılları arasında burada bulunan yerli halk soykırıma uğramış.İngilizler bir tek yerli kalmayana kadar öldürmüşler yada açlığa terketmişler.Günümüzde Tasmanya’da hiç yerli halk yok.

Hobart,güzel bir liman şehri.Küçük ve  şirin.Parlemento binası.Salamanca meydanı,Princes parkı,St.Georges Kilisesi,Mona Müzesi şehir içinde görülebilecek yerler.Tasmanya Avustralyanın en soğuk bölgesidir.Soğuk iklimde yaşamayı başaran Tasmanya Şeytanı,Ornitorenk ve Tasmanya Kaplanı(Nesli Tükenmiş) buranın sembolü olmuşlar. Bonorong Doğal yaşam ve Rehabilitasyon merkezinde Tasmanya Şeytanı,Koala,Keseli Sansarlar,Vombatları ve Kanguruları görebiliyoruz.Kolonyal dönemde hapishane olarak yapılmış Port Arthur’u gezmekte insanı o dönemlere götürüyor.Bir çoğu harabe halinde.Dönemin en çok mahkum barındıran hapishanesiymiş.

____Ayhan Şevmet___

 

 

 

 

 

ÜRDÜN (Jordan)

861_9Yakındır,nasıl olsa giderim,dediğim ülkelerden biri Ürdün.Değişik doğa yapısı ve tarihiyle mutlaka görülmesi gerekir.Ülkenin beşte dördü çöl.Doğu Şeria platosu,Şeria Vadisi ve çöller.

Doğu Afrika’dan başlayan Rift Vadisinin devamı Şeria Vadisinden geçer.Lut Gölü’de bu vadinin içinde yer alan çukurluğun içinde.85 km. uzunluğunda ortalama 12-13 km. genişliğinde.Dünyanın en çukur kara parçası Lut Gölü yada Ölü Deniz’in kıyıları.Deniz seviyesinden 400 metre aşağıda bulunuyor.Bu özelliğinin dışında % 25 gibi yüksek oranda tuz içerir.O kadar tuzlu ki batmıyorsunuz.Sadece suyun üstünde duruyorsunuz.Gözlerinizede kaçmamasına dikkat edin,çok kötü yakıyor.Gölü besleyen Ürdün nehrinden gelen suyun azalması ve tuz üretimi için aşırı buharlaştırma işlemi yapılması gölü her geçen gün küçültüyor

% 92 si Sünni Müslüman Arap olan ülkede,az sayıda Çerkez.Türkmen,Ermeni ve Kürt’te yaşıyor.Kendilerini Bedevi olarak kabul eden müslüman nüfusun yanında çeşitli zamanlarda göç etmiş bir milyonu aşkın Filistinlilerde var.Eskiden gelenler şehirlerde yaşıyor.Yeni gelenlerde barakalardan yapılmış şehirden uzak bölgelerde.Ürdünün toplam nüfusu 6,5 milyon.Nüfusta şehirlerde toplanmış.

Ürdün sınırlı parlamenter sisteme izin veren bir krallık.Kral Abdullah,babası Hüseyin ve oğlunun resimlerini her yerde görebiliyorsunuz.Orta Doğunun karmaşasına bulaşmayan politika izlediği için halk tarafından seviliyor.İnsanlar mutlu gözüküyor.İçkinin serbestçe satıldığı ülkede gökdelenlerin hızla yükseldiğini görebiliyorsunuz.

2,5 milyon yıl öncesine kadar giden insan izlerine rastlanmış olan bölgede M.Ö.3500 – 2000 arasında yerleşik yaşam başlamış.M.Ö.1550 de Mısırlıların eline geçmiş.

  Makedonyalılar,Yerel Devletler,İsrailOğulları,Asurlular,Babilliler,Persler,Romalılar,Nebatiler ve Hıristiyanlık dönem,

Müslümanlar bölgeye gelmişler. Emeviler,Fatımiler,Selçuklular,Haçlılar,Eyyubiler,Moğol istilası,Memlükler.1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Memlükleri yenmesiyle Osmanlının yönetimine girmiş.Bütün bu devletleri niye yazdım ? Çünkü çoğunun izleri günümüze kadar kalmış ve görüyorsunuz. Ve sonunda İngilizler Orta Doğuyu çizmişler başlarınada birer Arap kral koymuşlar.Bugünkü durum meydana gelmiş.

Başkent Amman yedi tepe üzerinde kurulmuş.Şimdi belki onyedi tepe.Amman kalesi,Antik Tiyatro,Odeon görülecek yerlerden.

CERAŞ : Amman’ın kuzeyinde yer alan Ceraş şimdiye kadar gördüğüm en etkileyici Roma antik kenti.Günümüze kadar büyük kısmı sağlam gelebilmiş.Hipodrom,Oval meydan,Zeus Tapınağı,Çeşme,Artemis Tapınağı,Hadrian Anıtı (Tak),Tiyatro.

 

KASR AMRA : Amman’ın güney doğusunda yer alan Çöl Kaleleri’nden günümüze kalmış Emevi döneminden duvar resimleriyle ünlü Qasr Amra (Amra kalesi) aslında bir köşk Kale tamamen yıkılmış.Çölde kervan yollarının yakınına kurulan bu kaleler güvenlik amacıyla yapılmış.Resimler o zamanki müslümanlık anlayışıyla daha sonrasının farklı olduğunu gösteriyor.Kharaneh Kaleside güzel bir örnek kale.

Madaba’da M.Ö.542 den sonra yapıldığı tespit edilen “Kutsal Topraklar Mozaik Haritası”St. George Kilisesinin tabanında 1884 yılında ortaya çıkarılmış.O zamanlar bölgenin yerleşimini çok güzel gösteriyor.

Hz. Musa’nın Mısır’dan kutsal topraklara yaptığı göç sırasında kısa bir mola verdiği Nebo Dağı

Um Er Rassas Bizans zamanında gelişmiş çok sayıda kilise ve taban mozaiği olan yeni kazı çalışmaları yapılan bir kale şehir.

PETRA :  Göçebe bir kavim olan Nebatilerin,dışarıdan belli olmayan bu eşsiz vadide yarattıkları gizemli yer.Daha vadiye girişte etkiliyor.Devamında kayalara ustalıkla işlenmiş mezarlar,Obeliskler,Odalar.Dar vadi bittiğinde karşınıza muhteşem güzellikte “hazine” denilen kayalara oyulmuş bir yapı çıkıyor.Şehre gelenleri etkilemek için yapılmış.zamanımızdada  etkisini devam ettiriyor.Nebatiler ticaretle uğraşmışlar.Çok fazla para kazanmışlar.Çölün ortasında yapılabilecek en güzel şeyleri yapmışlar.Tiyatro,yüksek kurban yeri,bir çok mezar,kilise,sütunlu cadde….Bir gün yetmez.Kayaların pembe ve kırmızının çeşitli tonlarıyla ortamı dahada farklı gösteriyor.

RUM VADİSİ :  (Wadi Rum) kırmızı kumlar arasında zaman zaman 800 metreyi bulan tepeler.Bir çok filmde burada çevrilmiş. 4×4 lerle yapılan safari.Masallar ülkesindeymiş gibi.Kayalara resmedilmiş geçmiş kültürlerden izler.Aniden önününüze çıkan çölde çay kahve molası yapılan yerler,tabi kuşlar.

AKABE :  turizm ve sanayi şehri olmak için çabalayan bir kent.Sürekli büyüyen bir limanı var.Kızıldenize açılan kentten İsrail’in Eliat şehrini,Mısırın Sharm el Sheikh kıyılarını görebiliyorsunuz ve Suudi Arabistan’lada komşu.Kızıldeniz olunca zengin sualtı güzellikleri buradada var.Dalış turizmi gelişiyor.

Ayhan Şevmet

JAPONYA (Doğan Güneşin Ülkesi)

1257-9Gezdiğim ülkelerin hiç birine benzemeyen özelliklere sahip bir ülke Japonya.Bunda uzun bir süre dış dünyaya kapalı yaşamın rolü büyük.Çin,Kore ve diğer Asya ülkelerinden etkilenmişselerde Gerek din,gerek kültür ve sanatı kendi bünyelerine uygun hale getirmişler.Gelenek ve göreneklerini günümüze kadar sürdürmüşler.İnsanların kendilerine ve birbirlerine olan saygıları,doğal olarak kurallara uymak,disiplin,çalışkanlık.Modernleşme ve dış dünyaya açılma bile bu özelliklerini bozamamış

Yüzbin yıl önce ana karadan ayrılan Japon adaları.Günümüzde % 97si Honshu(Honşu),Kyushu(Kyuşu),Hokkaido,Shikoku(Şikoku) adlı dört adadan oluşan yüz ölçümü 377.944 km.kare,6852 ada ve kayalıktan meydana gelmiş.Nüfus deniz kıyılarındaki az sayıdaki ovalarda yaşıyor.127 milyon japon,devletin başı olan Japon İmparotoru,seçimle gelen parlamento ve başbakan tarafından idare ediliyor.Baş şehir Tokyo (nüfus 30 milyon).Japonya dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip (%30 u 60 yaş üstü).

 

Ülkenin % de 70 i dağlık.Fujiyama yanar dağı en yükseği (3776 m.).200 den fazla aktif yanardağı var.Depremler,tayfunlar,volkanik patlamalar Japonya’da yaşamın bir parçası.Ülkenin kuzeyden güneye doğru uzaması iklim ve doğaya yansımış.Uzun geçen kış aylarından(Hokkaido).dört mevsim yaşayan orta bölüm ve musonların hakim olduğu güney adaları.Buda bize İğne yapraklı ormanlardan tropikal ormanlara uzayan bir yelpaze sunuyor.

 

Burada dünyanın diğer ülkelerinden farklı olarak kimsenin dinle uğraştığı yok.İki dini kaynaştırmayı bile başarmışlar.Bir söz var.”Japonlar Shinto (Şinto) doğar Budist ölür.Gerçektende doğum kutlamaları(kırk çıkarma),evlilik törenleri Shinto geleneklerine göre yapılıyor.Ölüm törenleri gömme işlemleri Budizim kuralarına göre yapılıyor.

Şintoizm ülkenin yerli dini.”Kami” denilen ruhların yaşadığına inanılıyor.Ormanlar,dağlar,nehirler,denizler kısaca doğadaki her şeyin bir ruhu var.En büyük Kami Güneştir,İmparatorluğun ve bayrağın simgesi.

Budizm 538 yılında Kore’den gelmiş.Feodal dönemde  (Şogunlar Dönemi) daha yumuşak olan Zen Budizm ülkede yayılmış.Diğer Budist öğretilerinden Meditasyonaverdiği ağırlıkla ayrılır.

Sakura (Yabani Kiraz Çiçeği) zamanı Japonyada bayram olarak kutlanıyor.En güzel Sakura ağacını altında piknik yapmak bir ayrıcalık.Sabahın erken saatlerinde yer tutma yarışı bile var.Gerçektende ruhlara huzur ve heyecan veriyor.Özellikle eski tapınakları bu zamanda gezmek ayrı bir güzel.Sonbaharın da ayrı güzellikte olduğu söyleniyor.

Japonya’da kadın ve erkek ayrımı yoğun bir şekilde var ve bu hissediliyor.Erkekler maço karakterli,çok çalışıyor,(hemde gece geç saatlere kadar).evine bakmak tek görevi.İşini kaybeden bir erkek için herşey bitebiliyor,evlilik bile.Sonuç intiharda olabiliyor..Kadınlar çocukları yetiştirme,evi çekip çevirme,güzel giyinme,modayı takip etme,eve erken gelen eşini kınama gibi (eve erken gelen eş işten çıkarılacak demek)Para kadında toplanıyor ve kocasına harçlık veriyor.Devlet ve şirketler evlenmeyi destekliyor.Şirket patronlarının bir görevide bekar olan çalışanlarını evlendirmek.

Bu sosyal yapı sokağa çıktığınızda hemen anlaşılıyor.Metro,Alış veriş yerleri,parklar,müzelerde,gündüz sadece kadınlar,çocuklar,talebeler ve yaşlılar var.Hiç erkek göremezsiniz diyebilirim.Koyu renk takım elbiseli,çantalı çalışkan erkekleri sabah saatlerinde yollarda,metroda ve trenlerde yoğun bir şekilde görüyorsunuz.Birde akşamın geç saatlerinde sokaklarda koştururken.

Ulaşım çözülmüş.Bolca yol,hızlı tren,metro,deniz ulaşımı gibi,Shinkansen(Şinkansen) adlı hızlı trenle seyahat çok rahat ve çabuk.Örneğin Hiroşima’dan 310 km.uzaktaki Kyoto’ya gitmek 1 saat 40 dakika.Nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Osaka tam bir sanayi ve ticaret şehri.Hiroşima 2. Dünya savaşında Amerikalıların attığı atom bombası sayesinde tamamen yok olmuş.6 Ağustos 1945 pazartesi 08.15.İlk anda 60 bin kişi ölüyor.Toplamda 140.000 kişi.Müzeyi gezerken çok duygulanıyorsunuz.Ölenlerin tümü sivil ve çocuk.Unutmaları mümkün değil.

Kyoto savaş sırasında zarar görmeyen nadir şehirlerden.400 şinto tapınağı,1650 budist tapınağı ile tam bir müze şehir.Ülkenin kutsal ve ruhani başkenti sayılıyor.Ryoan-ji Tapınağı,Zen bahçeleri,Kinkaku-ji Tapınağı,Kiyomizu Dera Tapınağı,Geyşa kültürünün yaşadığı Gion mahallesi görülmesi gereken yerler.

Nara’da yine eski bir başkent.Sanatın beşiği olmuş bir şehir.Horyu-ji Tapınağı,Kofukji Pagodası,Rüyalar Köşkü,Todai-ji Tapınağı,Kasuga Taisha Tapınağı gibi bir çok tarihi yapı görülebilir.

Osaka’da Ozakajo Kalesi,Hiroşima’da Barış Anıtı Parkı Müzesi,Mijajima Adasındaki İtsukushima Şinto Tapınağı ve bahçelerinde serbestçe dolaşan ceylanlar.Japonya’nın sembollerinden Torii Kırmızı Kapıda burada.

Hakone’de Ashi krater gölü üzerinde tekne gezisi.Kawaguchiko gölü kıyılarından Fuji Dağınıda seyredebiliyorsunuz.Tepesinde bulut yoksa şanslısınız.

Kamakura 1192-1333 yılları arasında başkent olmuş.Kamakura’dada  iki önemli ve tarihi tapınak var.Önemli Zen Tapınaklarından biri olan Kencho-ji Tapınağı ve savaş tanrısı Hachiman için yapılmış Tsurugaoka Hachimangu Şinto Tapınağı.

Ayhan Şevmet

JAPONYA’NIN KUŞLARI :

 

 

PERU

IMG_0761-5Peru Güney Amerikanın batısında yer alan bir ülke.Bir ülke düşününki;Ender görülen yağışlar alan çöle,And’lar gibi yüksek dağ sıralarına (En yüksek zirve 6768 m.ile Nevado Haskaràn ) And dağlarından gelen sularla oluşan nehirlerin beslediği Amazon Nehri ve Ormanları. 3810 m. yükseklikteki Aliplano Platosunda yer alan Titikaka Gölü.

Flora ve Faunasıda tabiki çok çeşitli.Kaktüsler gibi çöl bitkilerinden, Amazondaki zengin bitki türlerine.Sahil kesimindeki Martı,Pelikan,Penguen,gibi deniz kuşlarına,Peru’nun milli kuşu olan And Horozuna,Ormanlardaki Jaguar,Armadillo,Timsah,Flamingo ve bir çok böcek türleri.Liste uzar gider.

Yaklaşık 30 milyon nüfusun % 45 i Kızılderili (Quechua (Keçua ) % 40,Aymara % 5 ), Melez % 37, Avrupa kökenli % 15,% 3 de Asya ve Afrika kökenli. Nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor.Yoksul olan yerli halk şehirlerde toplanmış.Dağ köylerinde ve ovalarda yaşayanlarda küçük çapta tarım ve el sanatları yapıyor.Ekonominin tepesinde Kuzey Amerikalı Holdingler ve Avrupa firmaları var.Madenler(altın başta olmak üzere diğerleri) Balıkçılık,tarım,telekomünikasyon..

Koka yaprağı çiğnemek yüksek dağlık bölgelerde yaşayan halkın geçmişten gelen alışkanlık ve zevk veren maddesidir. Bu bitkiyi çiğnemek, insanda yükseklik hastalığı,açlık,yorgunluk,soğuk gibi duyguları bastırıyor.Normal olarak kayıt dışı ekonomiye giriyor.

Burada yükseklik hastalığına değinmek istiyorum.Çünkü başıma geldi. Lima sahilden uçakla Cusco (Kuzko)( 3416 metre yükseklikte) şehrine gittiğimde iner inmez baş ağrısı ve nefes alma zorluğu hissettim.Tekrar Lima’ya dönene kadar günlerce sürdü.Yükseklerde oksijen azlığından meydana geliyor.Herkesde aynı etkiyi göstermiyor. 2400.metrelerden sonra başlıyor.Bol sıvı almak, yavaş hareket etmek ,sigara ve alkol kullanmamak gerekiyor.Aslında hava alanında küçük oksijen tüpleride satılıyor.Keşke alsaydım diyorum..Koka şekeri ve yaprağını çiğnemekte faydalı.

İNKALAR:

Dünyanın genel olarak Peru deyince bildiği İnka Krallığıdır ( 1200-1532).Oysa İnsanlığın Asyadan Berring Boğazını geçerek Amerikaya ulaşmaları M.Ö. 20.000-10.000 yıllarına rastlar.Peru’dada M.Ö. 12.000 yıllarına ait bilgilere ulaşılmış. M.Ö. 800 – 300 yıllarındaki Chami Huantar ( Çami) kültürü ,Titikaka gölü çevresinde ( M.S. 1.000 ) Tiahuanaco Kültürü , Kuzey batıdaki (M.S. 1000 yıl içinde) Mochica (Moçe) kültürü.Güney Batıdaki Nazca çizgilerini yaratan kültür ( M.Ö. 200 – M.S. 700 ) gibi.Müzeleri gezerken bu kültürlerin inanilmaz güzel eserlerini görüyorsunuz.

Bu ülkeye gitmeden önce ‘Güneşin Prensesi’ ilk kitabıyla başlayan üç ciltlik (Antoine B. Daniel ) romanını okudum.Konu İnka Kültürü ve onu yok eden İspanyol istilacıların ilişkisi.Bu ülkeyi ziyaret etmek isteyenlere tavsiye ederim.

İnkalar bugünkü Ekvator,Peru, Bolivya,Kolombiya ve Arjantin ile Şili’nin bir kısmınıda içine alan büyük bir İmparatorluk kurmuşlar.Tekerleğin ve atın bilinmediği bu topraklarda çok iyi haberleşme ve ulaşım ağı kurmuşlar.

İlk İnka hükümdarı Sapa İnca (Tek Efendi) ,Manco Capac 11. y.y. da Cusco şehrini kurmasıyla başlamış.İki kardeşin ( Huascar ve Atahualpa ) taht kavgalarını fırsat bilen işgalciler Francisco Pizarro (Konkistador-Fatih ) önderliğinde 1532 yılında imparatorluğa son vermişler.

Pizzaro’nun İspanya Kralı ve Hıristiyanlık adına yaptığı katliamların tek amacı altın idi.İlk defa at ve zırhlı asker gören İnka’lar dost ellerini uzatmışlar karşılığında ölümü görmüşler.Pizzaro altın yüklü gemiyle İspanya’ya gitmiş karşılığında Peru Valiliğini almış.Lima’yı kurmuş ülkenin baş şehri yapmış,talana devam edilmiş.Kendi adamları tarafındanda öldürülmüş.İnka kültüründen neredeyse bir şey kalmamış.Altından yapılan eserler İspanya’ya götürülmüş.Tapınaklar yıkılmış.Hıristiyanlık adına bir kültür yok edilmiş.Bugün Peru’nun % 95 i Hıristiyan.

CUSCO :

İnka imparatorluluğun Başşehri olan Cusco’da günümüzde neredeyse hiç bir şey kalmamış.Tesadüfen bulunan Güneş tapınağının temel taşları bile ne müthiş bir kültürün yok edilişinin örneği.Eski tapınakların taşlarıyla kilise ve binalar yapılmış.Plaza de Armas Meydanı,Barok Katedrali,Tarihi sokaklar.

Cusco şehrine tepeden bakan Sacsayhuaman Kalesi görülmeli.Eski Peru topraklarında çok sayıda böyle kaleler varmış.

NASCA ÇİZGİLERİ :

Uçakla gezilebilen Nazca çizgilerinin niçin yapıldığı günümüzde bile çözülememiş bir sır.1926 yılında keşfedilmiş.Kimilerine göre ayinlerde kullanılmış.kimilerine göre takvim.Sır devam ediyor.

PARACAS :

Peru’nun güney batısında pasifik kıyısında yer alan ulusal rezerv.Dünyadaki en önemli ve verimli sahil alanı.100 kadar arkeolojik alan var.Beslenme açısından çok elverişli olan kıyılar Balina,Deniz Aslanı,Deniz kaplumbağası,Su Samuru.Ahtapot ve bir çok deniz canlısı.Pek çok deniz kuşuda yaşamlarının bir kısmanı burada geçiriyor.Deniz kuşları binlerce.Bunların dışkıları zaman zaman toplanıyor.Barut yapımındada kullanılıyor.Şili ve Peru arasında  “Güherçile Savaşları”na neden olmuş.Las Balestas bu adalardan en önemlisi.

MACHU PİCHU :

And Dağlarının zirvelerinin birinde ( 2.430 m.) İnka hükümdarı Pachacutec Yuppanqui tarafından 1450 yılında kurulmuş.Kutsal Urubamba vadisinden bakıldığında kesinlikle görülmüyor.Tabi İspanyollarda görememiş ve günümüze kadar kalmış.1911 yılında Amerikalı maceracı arkeolog Hiram Bingham tarafından keşfedilmiş.Talanda ona kalmış.Çok sayıda eseri kaçırmış.Bunlardan 5.000 parçası bugün Yale Üniversitesinde bulunuyor.Buranın dini merkez olduğu tahmin ediliyor.

TİTİCACA GÖLÜ:

Dünyanın en yüksekte bulunan gölü ( 3.810 m.).And dağlarındaki Aliplano platosunda. 8288 metre kare yüz ölçümü,enderin yeri 280 m.Bolivya ve Peru’ya kıyısı var.İnkalar zamanında gölde bulunan adaların ikisinde yer alan Güneş Tapınağı (Islo Del Sol) ve Ay Tapınağı (Islo De La Luna) kutsal yerler olarak ziyaret edilirmiş.Uros yerlileri halen batmayan sazlardan yaptıkları adalar üzerinde yaşıyorlar.Balıkçılıkla geçiniyorlar.

Ayhan Şevmet

 

 

 

 

 

 

 

 

BANGLADEŞ

586_5Bangladeş (Bengal’in Ülkesi),Neredeyse Hindistan ile çevrilmiş bir güney doğu Asya ülkesi.Myanmar ile kısa bir sınırı var.Pakistanın doğu eyaleti iken 1971 de bağımsız olmuş.Daha öncede İngilizlerin Bengal Eyaleti imiş.Ondan öncede Hindistan’ın kuzeyinde yerleşen Babür Hanedanlığının idaresinde kalmış.

144.000 km.karelik ülkede 166 milyon insan yaşıyor.Hiç boş yer yok gibi.Bu yoğunluğa ülkenin tamamını kaplayan Ganj(Padna) ve Brahma Putra (Jamune) nehirlerinin getirdiği verimli topraklardır.Her yer su ve yeşil.Bu bereketli topraklarda her türlü meyva,sebze yetişiyor.Özellikle pirinç ana yemekleri.Su olunca balık ve karideste yetiştiriliyor.Zaten ihracatlarıda Hint Keneviri (Jüt),balık ve çay.Sanayi yok gibi.Son zamanlarda ucuz işçilikten dolayı tekstilde ilerleme var.Borç içinde bir ülke.

Ülkede okuma yazma oranı % 57. İlk okul eğitimi ücretsiz.Ama özellikle kırsal kesimde okul çağındaki çocukların yarısı okula gitmiyor.Gördüğüm kadarıyla dini eğitimde oldukça yaygın.Üniversitelerin sayısı nüfusa göre çok az.

Ülkede Bangla (Bengali) dili konuşuluyor.Resmi dini İslam.Nüfusun % 90’ı Müslüman.Kalan % 10’da Hindu ve Budist.Hindistan’a göre daha fakir olmasına rağmen daha temiz.İnsanlarıda daha samimi ve cana yakınlar.Fakirler ama aç insan yok.Dilenci yok gibi.Kimse rahatsız etmiyor.Sadece meraklı bakışlarla sizi süzüyorlar.

DAKKA : Başkent Dakka (Dakha) dünyanın Çek Çek (Rikşa) başkenti.Camiler şehri olarakta anılıyor.Hergün 400 bin rikşa sokaklarda.12 milyonluk şehirin trafiği tam bir keşmekeş.Trafik soldan.Herkes birbirinin önüne geçmeye çalışıyor.İnanılmaz bir klakson çümbüşü var. Bazen yarım saat tıkanmış kavşaklarda herkes sabırla bekliyor.Kimse kimseye bağırmıyor,kavga etmiyor.Sonra bir iki gönüllü çıkıyor.Sen biraz geri,sen geç,trafik açılıyor.

Dakka’da nehir trafiğide ayrı bir alem(Buriganga Nehri).Hızla gelen yolcu vapurları,yolcu ve yük taşıyan kayıkçılar,yük dolu mavnalar.Sesli uyarı buradada geçerli.Son anda teğet geçenler çoğunlukta.Gezilecek yerler Pembe  Saray,Parlamento Binası,Ulusal Müze,Renkli Hint çarşısı,Dakka Üniversitesi,

Sundarbans Bengalce “Güzel Orman” demek.Dünyanın en büyük mangrov ormanı.Zengin kuş çeşidi,Bengal kaplanı,geyik,timsah,maymun,kertenkele,kelebek ve daha pek çok canlı çeşidine ev sahipliği yapıyor.Sırf bu bölgeyi gezmek için günler ayırmak gerekiyor.Tekne ile geziliyor.Yataklı ve yemekli yapılanlarıda var.

Lalon Şah (Lalon Fakir) 1774-1890 yılları arasında yaşamış Baul müziğinin (mistik müzik) kurucusu,Din yolu ile yapılan her türlü ayrımcılığa karşı.Kast sistemini kabul etmeyen reformist yazar ve şair.Kendisinden sonra gelen yazarları etkilemiştir.Tagore ve Kazi Nazrul İslam (Bangladeş’in milli şairi ) gibi.

Rabindranath Tagore batılı olmayan,ilk nobeli almış filozof,şair, müzisyendir.Hindistan ve Bangladeşin milli marşlarını bestelemiştir.İkibinden fazla bestesi var.Şiirlerinin çoğu Bülent Ecevit tarafından Türkçeye çevrilmiş.Yakın dostu olan Gandi ile birlikte bağımsızlık için öncü olmuşlar.

Bağımsızlık sonrasında siyasette ordunun etkisi yüksek.Demokrasi ilerleme kaydememiş.Muhalif partiler sokak eylemlerinde bulunuyor.Seyahatin bir kaç gününü polis eskortları eşliğinde geçirdik.Bir günde otelden çıkmamıza izin verilmedi.

Gezdiğim ülkeler arasında sadece Bangladeş ve Pakistan’da insanların fotoğraflarının çekilmesinden mutlu olduklarını gördüm.Hatta yanındakini çekip onu çekmiyorsanız üzülüyorlar.Benide çekermisin diyenler çok.

Ülkenin % 70’i deniz seviyesinden 1-9 metre yüksekliğinde.Muson yağmurları ve kasırgalar sık sık su taşmaları yolu ile can ve mal kaybına yol açıyor.Evleri mümkün olduğunca yüksek yerlere yapıyorlar.

Ayhan Şevmet

 

 

ETİYOPYA (Habeşistan) -OMO VADİSİ KABİLELERİ

IMG_0920-5Eski adı Habeşistan (Köleler Ülkesi) olan Etiyopya tarihi boyunca Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilememiş tek Afrika ülkesi.M.Ö.13.yy.uzanan bir medeniyete sahip.İnsanlığın,Afrikanın bu bölgesinden bütün dünyaya yayıldığı bilim adamları tarafından tespit edilmiş.

Federal Cumhuriyetle idare ediliyor.Baş şehri Addis Ababa (Amharic dilinde “Yeni Çiçek” demek.) Entoto tepesinden şehri kuşbakışı görebiliyorsunuz.Ulusal müze görülmeli.3.3 milyon yıl önce yaşamış insan iskeleti burada görülüyor.Adı “Lucy”.

Addis Ababa’dan güneye Omo Vadisine yapılan yolculukta ilk durak Langano gölü,Abyatta ve Shalla milli parklarında Flamingoları,endemik kuş türlerini,ormanlık bölgelerinde vahşi hayvan ve endemik bitki türlerini görüyoruz.

Etiyopyada 83 etnik gurup var.Bunların 53 ü güneyde yaşıyor.% 40 la Oromalar,% 30 oranla Amhara ve Tigreler onu takip ediyor.

% 60 Ortodoks Hıristiyan,% 26 Müslüman,% 10 oranında Animist,birazda Falaşa Yahudileri var.

Abramich kasabasının yakınında Chome gölünde yapılan tekne gezisinde timsah,suaygırı,pelikan ve diğer kuş çeşitlerini bir arada görüyorsunuz.

Kasabanın yüksek tepelerinde Dorze köyleri var.Burada yalancı muz ağacından “Enset” nasıl faydalanıldığını görüyorsunuz.Ev yapımında,dokumada ve yiyecek olarak.Enset’ten yiyecek yapılması sadece Etiyopyada var.

Hamerlar saçlarını incecik örüp tereyağlı toprakla sıvarlar.Kadınların evli olduğunu boyunlarına taktıkları aynı tip boyonduruklardan anlaşılıyor.

Arboreler tüccar topluluk olarak tanınıyorlar.Geçmişte fil dişi ticareti yapıyorlardı.Şimdi ise hayvancılık yapıyorlar.Müslümanlığı kabul etmişler.Fotoğraf çektirirken baş örtülerini başlarının üstünde tutuyorlar.

Ayhan Şevmet

DON-VOLGA (Bir nehir gezisi)

1336-1Gezi Don Nehrinin döküldüğü yerde bulunan Rostov şehrinde başlıyor, Volga Nehri kıyısında kurulu Kazan şehrinde bitiyor. Konaklama ve yemekler gemide.

Ruslar üzerinde ulaşım yapılabilen nehirleri kanallarla birleştirerek bir ağ meydana getirmişler. Şehirler bu ağ sayesinde ticaret ve sanayide gelişiyor.

Moskova,St.Petersburg,Kazan,Rostov gibi büyük şehirler bu sayede birleşmiş.Hazar Denizi,Karadeniz,Baltık Denizi ulaşılabilir olmuş. Don Nehri 1950 km. uzunluğunda Azak Denizine dökülüyor. Volga(İdil) ise 3500 km. ve Hazar Denizine dökülüyor. Volga Havzası çok büyük. Rusya halklarının büyük kısmı burada yaşıyor.

Don ve Volga’nın birbirine en çok yaklaştığı yerde (72 km.) kanallarla birbirine bağlanmış. 15 kanal var. 16. yy. da kanallarla birleştirme fikri Osmanlılardan çıkmış.Ancak Ruslar tarafından yapılmış. 1952 haziranında tamamen bitmiş.

Rostov-Kazan arasında bulunan Volgograd (Eski adı Stalingrad), Saratov, Samara, Ulyanovsk şehirlerinde kalınıp şehir gezileri yapılıyor.

Rostov bir liman şehri. Yakınlarındaki Starocherkassk Don Kazaklarının eski başkenti.Tarihi dokusunu korumuş. Mihail Solohov “Durgun Akardı Don” adlı ünlü romanında bu Kazakların yaşamını anlatıyor. Bunların Türk Kazakları ile ilgisi yok.Savaşçı bir topluluk. Rus imparatorluğunun savaşan gücü olmuşlar.

Volgograd (Stalingrad) İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı büyük direniş göstermiş bir kent. Tamamen yıkılmış,yeniden yapılmış.Savaşın en yoğun geçtiği Mamaev Kurgan Tepesinde bir “Kahramanlar Anıtı” var.(İkinci Dünya Savaşını hatırlatan bu anıtlar neredeyse her şehirde).Şehirlerin ortak özelliği bolca meydanlar, tiyatro ve opera binaları,geniş caddeler,sovyet yapımı sosyal konutlar.

Ulyanovsk Leninin doğduğu kent.Ailesinin soyismi  verilmiş.Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) 7 Kasım 1917 de,St .Petersburg’da “Ekim Devrimini” başlatmış. Buda Sovyetler Birliğinin kurulmasına yol açmıştır.Burada ailesinin oturduğu ve Lenin’in doğduğu ev müze olarak geziliyor.Şehirlerde Lenin’in heykelleri ünlü kişilerle birlikte görülebiliyor.

Kazan Rusya’nın dördüncü büyük kenti.Tataristan’ında başşehri. Petrol ve doğal gaz zengini.1437 yılında kurulan “Kazan Hanlığı” 1552 yılında Ruslar tarafından yıkıldı.İslami eserlerle dolu  şehir yerle bir edildi.Kremlin (kale) içinde kalan alanda bugün Kul Şerif adına yeni bir cami yapılmış. Halkın çoğunluğu Tatar ve Rus. İlginç olanı burada 80 ayrı etnik gurubun yaşaması.Bu bazı şehirlerde 90’ı buluyor. Tatarlarla Türkçe anlaşabiliyorsunuz.

Kazan’dan otobüsle gidilen Çeboksarı şehri Çuvaş Özerk Cumhuriyeti’nin başşehri.Nüfusun çoğunluğu Türk asıllı Çuvaşlar. Ufak güzel bir şehir.

Don’dan Volga’ya kadar nehir dar. Kanalların çevresi ağaçlık. Çok sayıda kuş görülebiliyor. Volga’ya geçildiğinde nehir genişliyor ve kıyıları çok uzaktan görülüyor. Köylerde yeni yapılmış renkli çatılı kiliseler doğayla güzel görüntüler sunuyor. Birde her akşam güneş batarken gökyüzü ve nehirdeki renkler hafızalarda nefis fotoğraf  kareleri bırakıyor

Ayhan Şevmet

SENEGAL VE GAMBİA

DSC02258-1Bu ülkeleri neden birlikte gezmek gerekiyor. Öncelikle Afrika’nın batısında yer alan Senegal’in ortasında Atlantiğe uzanan bir nehir düşünün.Bu nehrin 25-50 km. arasında değişen kıyıları Gambia Devleti.Etrafı Senegal’le çevrilmiş. Ortak halkları var.İkiside Müslüman (% 90-95).Genç nüfusa sahipler(15 yaş altı nüfus % 40-45 arası). Daha bir çok ortak nokta. Tabi olarak resmi diller farklı. Gambia İngilizçe, Senegal Fransızca konuşuyor ve yazıyor. Birleşmek için iki ülke adımlarda atmış ama başarılı olamamışlar.(1982-1989 yıları -Senegambia)

Neden ayrılar ?  Batı Afrika kıyılarına ilk gelenler Portekiz’liler olmuş. Sonra Fransızlar ve İngilizler. Aralarında 7 yıl savaşı denilen,(1756-63) arazi paylaşımı savaşları antlaşmayla bitmiş. Bugünkü Gambia İngilizlere, Senegal’de Fransızlara kalmış. Sınırlar çizilmiş. Bütün amaç köle ticareti .Afrika’nın iç kısımlarından toplanan köleler,buradan gemilerle Amerika’daki yeni keşfedilen yerlerde, çalıştırılmaya götürülüyordu. 1848 de kölelik kaldırılmış.

SENEGAL:

Başşehirleri Dakar, Dünya onu Paris / Dakar rallisinden tanır. Afrika’nın en batı ucunda yer alıyor. 1960 da bağımsızlığını kazanmış. Cumhuriyetle idare ediliyor. Özgürlük Meydanı,Katedral,Büyük Cami,Başkanlık Sarayı görülebilir.Hemen açıklarında Goree Adası var. Teknelerle gidiyorsunuz. Fransız’ların köle ticaretinin kalesiymiş. Gerçekten bir kale var. Zindanlar, işkence aletleri, hücreler. Geçmişin acıları şimdi turizm geliri olmuş.

Dakar rallisinin bittiği yerde Pink Lake(Pembe Göl) var. Tuz oranı çok yüksek ve içinde bulunan mikro organizmalar sayesinde rengi pembe. Suya girip sırt üstü yattığınızda batmıyorsunuz, tıpkı yer çekimsiz ortamdaymış gibi. Çevresindeki köylerde yaşayanlar buradan tuz çıkarıp satıyorlar.

Saint-Louis Fransızlar kurduğu bir şehir. Şehri tanımak için en iyi yol fayton tutup gezmek. Saint-Louis’ten  gidilen ve Senegal Nehri üzerindeki Djoudj Milli Parkı dünyanın en önemli kuş alanlarından birisi .Hem barınma hemde üreme alanı. 400 kuş türü tespit edilmiş. Nehirde yapılacak motorlu sandal gezisi sırasında bolca kuş türü görebiliyorsunuz. Özellikle Yılan Boyun çok. Pelikanlar, Cakanalar, Sumru çeşitleri, Kutsal Aynak, Ördekler, Balıkçıl çeşitleri, Mahmuzlu kız kuşu, Balık Kartalı, Kaşıkgaga ve daha birçok çeşit. Sahillerde timsahlar. dev kertenkeleler, yaban domuzları var.

Touba(Cennetteki ağaç) şehri, Şeyh Aamadu Bamba tarafından çorak bir arazi üzerindeki tek ağacın etrafında kurulmuş.1853-1927 yıllarında yaşamış. Burada türbesi ve onun yanında yapılmış büyük bir cami var. Senegalin en güçlü ve zengin tarikatı. Yer fıstığı ticaretini ellerinde tutuyorlar. Buraya yapılan haç günleri sırasında 500 bin olan nüfusu 2,5 milyona çıkıyormuş. 12,5 milyon nüfuslu Senegal’i düşünürsek bu haçlar her zaman hükümetin korkulu rüyası olmuş.

Bondia Park etrafı tellerle çevrilmiş 100 hektarlık bir vahşi alan. Burada Afrika savan hayvanlarının çoğunu görebilirsiniz. Gergedan, zürafa, maymun, Batı Afrika Orman Bufalosu, İmpala, Kudu, Eland gibi.

GAMBİA:

Başşehri Banjul. Senegal gibi Cumhuriyetle idare ediliyor. 1965 te bağımsızlığını kazanmış. 11.300 km karelik ülkede 2 milyona yakın insan yaşıyor. Nehirin iç kısımları tarıma çok müsait. Yer fıstığı, kumdarı, kocadarı, pirinç, manyok(Kasava) ve mısır ekiyorlar. Yer fıstığı tıpkı Senegal’de olduğu gibi ihracatın en büyük kalemi. Nüfusun büyük kısmı tarımda çalışıyor. Balıkçılık ve hayvancılıkta yapılıyor. Kıyı balıkçılığı gittikçe yaygınlaşyor.

Gambia nehiri kıyısı boyunca mangrov bataklıkları ve göletler yer alıyor. Buraları zengin bir yaşam ortamı sağlıyor. İnsanların erişemediği bu yerlerde böcekler, kuşlar ve diğer hayvanlar yaşıyor. Aynı zamanda sivrisinek(sıtma)ve çeçe sineği (uyku hastalığı)içinde uygun ortamlar. Nehirde ise çeşitli balık cinsleri, su aygırları ve timsahlar var.

James Adası Gambia nehrinin ortasında ufak bir ada.Zamanında köle ticaretinin merkezl olmuş. Fransızlarla İngilizler arasında defalarca el değiştirmiş. Antlaşmayla İngilizlerde kalmış. Şimdi üzerinde yıkılmış binalar ve bir kaç eski top var. Yinede o zamanki vahşeti hissedebiliyorsunuz.

James Adasının kuzey kıyısında Juffureh adında bir köy var. “Kökler-Bir Amerikan Ailesinin Destanı” adlı romanındaki Kunta Kinte’nin köyü burası. Dizi filmini Türkiye’dede seyretmiştik. Yazarı Alex Haley, anneannesinin anlattıklarından yola çıkmış. Kunta Kinte’ye kadar uzanan soy ağacını bulmuş. Halen bu köyde akrabası olduğunu söyleyenler var. Meşhur olmuş, turistler geliyor.

Ayhan Şevmet

 

 

 

 

GALAPAGOS ADALARI

IMG_2892-1Uçak Baltra adasına indiğinde Charles Darwin’i düşünmemek elde değil. Evrim Teorisini buradaki İspinoz kuşlarının gaga yapısındaki farkları görerek geliştirmiş. Bu sayede bütün dünya, özel adalar topluluğunu tanımıştır.

Ekvator’a bağlıdır. 14 büyük ada, 8 küçük ada ve 40 ufak adacıklardan meydana gelen guruba “Colon Adaları” da deniyor. Ekvator’un 1000 km. batısında, 50.000 km. kare yüz ölçümü var.

1535’de Perulu rahip Tomas de Berlauga tarafından keşfedilmiş. Bulunan çanak çömleklerden buranın çok daha önce Güney Amerika yerlileri tarafından bilindiği ortaya çıkmıştır.

Adaların tamamı Milli Park statüsünde korunuyor. Adaya girişte çok sıkı kontrol var. Gıda, hayvan, bitki sokmak kesinlikle yasak. Hatalardan ders alınmış gibi. Baltra adasından teknelerle Santa Cruz adasına geçiliyor. Buradanda otobüslerle tek yerleşim yeri olan Puerto Ayora ‘ya gidiliyor. Puerto Ayora turistik bir liman yerleşimi. Buradan hızlı teknelerle diğer adalara gidebiliyorsunuz.

Yanardağ ve lavlardan oluşmuş bu adaların (Şu anda aktif olan bir çok yanardağ var.) hepsinin ana karadan uzak olması kendi eko sistemlerini yaratmış. Canlılar uçarak, yüzerek yada bir ağaç parçasının üzerinde yaptığı yolculuklarla bu adalara ulaşmış. Her biri kendi evrimini geçirmiş

Santa Cruz’daki “Charles Darwin Araştırma İstasyonu”nda dev kaplumbağaların koruma ve yetiştirilmesi yapılıyor. Geçmişte adaya gelen gemilerin(çoğu korsan) taze et ihtiyacını gidermiş. Daha sonra getirilen evcil hayvanlarda yumurtalarını yiyerek neslinin tükenme seviyesine getirmiş. Ancak şimdi kontrol altına alınmış ve sayıları artıyor. Bir insan ömründen daha fazla yaşıyor(150 yıl) ve neredeyse her adada farklı evrim geçirmiş.

Puerto Ayero’dan yürüyerek gidilen “Kaplumbağa Koyu” (Tortuga Bay) çok güzel. Uzun ve geniş kumsalda yer yer kümelenmiş lav çıkıntıları üzerinde güneşleyen “Deniz İguana”larını uzaktan fark edip heyecanlanıyorsunuz. Hep okumuş veya izlemişsinizdir, ama karşılaştığınızda duygular çok farklı oluyor. Deniz İguanalar’ı deniz dibindeki yosunları yiyorlar. İyi yüzücüler ancak karada çak ağırlar. Besin kıt her canlı kendi düzenini kurmuş. Burada beyaz kumları ve ılık suyu olan ufak koylarda yüzmek çok zevkli.

Adalarda tüplü veya şnorkelli dalış yapabilyorsunuz. Bazı koylarda foklarla(Deniz Aslanı) birlikte yüzüyorsunuz. Aniden önünüze çıkıp yüzünüze bakıyor.400’ü aşkın deniz canlısı türü var. Bunların 50’si endemik.

Bazı bitki ve canlı türleri sadece bir adada yaşıyor. Galapagos kahvesi, zehirli elma ağacı, sarı kordia, kaktüsler, çok yıllık otlar, mantarlar, eğrelti otları, yosunlar gibi bitkiler.

56 çeşit kuş türünden 27 si sadece bu adalarda yaşıyor. Uçamayan karabatak, Darwin ispinozları, Lav Martısı, Dalgalı Albatros, Mavi Ayaklı Sümsük, Galapagos Şahini gibi.

Ayhan Şevmet

 

NAMİBİA

DSC01649-1Adını bütün batı kıyısı boyunca uzanan Namib Çölü’nden alan Namibia Nama dilinde hiç bir şeyin yetişmediği yer demek. Türkiye’den büyük olan ülkede(825.118 km kare) 2 milyon kadar insan yaşıyor. Ülkenin orta kısmı plato, doğusu ise Kalahari Çölü’dür.

Afrika’nın güneybatısında yer alır. 1990 yılında Güney Afrika Cumhuriyetinden Bağımsızlığını kazanmıştır. Şu anda çok partili Cumhuriyet’le idare ediliyor. Portekizliler keşfetmiş. Balina avcılığı ilgisiyle bir çok ülke uğramış(Walwis Bay’e), İngilizler ve Almanların yönetimi altına girmiş.Almanlar 1904-1907 yılları arasında 20.y.y. ilk büyük soy kırımını burada gerçekleştirmiştir. 65.000 Herero (Nüfusların % 80’i) ve 10.000 Nama(nüfuslarının % 50 si) Çoluk çocuk demeden yok etmişler.

Nüfusun büyük çoğunluğu siyahlardan meydana geliyor. En büyük gurup kuzeyde yaşayan Ambolar. Kavangolar(Bantu dili konuşur). Doğuda Caprivililer ve Kaokolandlılar(Koisan dili). Güneyde ise Damaralar, Hererolar, Sanlar, Batsvanalar ve Nama’lar yaşar. Nüfusun %  10 u beyazlardan oluşuyor. Şehirlerde oturuyorlar ve ticareti ellerinde tutuyorlar.

Başşehirleri Windhoek (500.000 nüfuslu). Walwis Bay, Swakopmund (alman kolonial mimarisinin örneklerini görebilirsiniz.) gibi nüfusu az olan şehirlerde tarihi eser yok. Esir ticareti ve yer altı zenginlikleri beyazlara yetmiş. Yetmiş mi?

Ülkenin bir çok yerinde hepsi beyazlara ait büyük çiftlikler var. Büyük derken 50 km.kare – 100 km.kare. En önemli gelir kaynakları elmas, bakır, uranyum. Daha bir çok maden, tuz, yarı değerli taş. Bunların hepsinin üretim ve satışı beyazların elinde. Siyahlar’mı?  Bu çiftliklerde, madenlerde çalışıyorlar. Birde hayvancılık yapıyorlar.

Misyonerlerin çalışması sonucu siyahların büyük çoğunluğu Hıristiyan. Yaygın mezhep Luthercilik.

Sosuvlei, Namib çölünün güneyinde kızıl kum tepelerinden meydana gelen eşsiz doğal güzelliklerine sahip. Milyonlarca yıllık bir oluşum. Bu kızıl kumlar rüzgarın yönüyle devamlı şekil değiştiriyor. Hepsi numaralandırılmış. En yükseği konik şekilli olanı(380 m.). Sabah güneş doğarken bu tepelere tırmanmak ve sonra aşağıya doğru kaymak çok zevkli. Benguela akıntısının kıyıdan içerlere taşıdığı sis çok özel hayvanların yaşamasına olanak sağlıyor. Namib çölünün büyük kısmı kayalıklarla kaplı. Düzlüklerde ve kum tepelerinde antilop, deve kuşu, böcek ve sürüngenler görülebilir.

Walwis Bay, Atlas Okyanusu’nun kıyısında bir liman ve balıkçılık şehri. Kumsallarında 5.000 i bulan fok kolonileri bulunuyor. Açıklarında koruma altındaki adalarda Karabatak ve Guano (penguen) kolonileri var. Bunların dışkıları gübre olarak kullanılıyor. Bu adalara ve fokların olduğu yerlere teknelerle gidiyorsunuz. İstiridye yetiştirme alanlarını, fokları, çeşitli deniz kuşlarını çok yakından görebilirsiniz.

Etosha(Etoşa) Milli Parkı 4.800 km.karelik tuz havzasının içindedir. Afrikadaki en büyük parklardan biridir. Havza geçmişte bir gölmüş, sular azalınca kurumuş, bugünkü halini almış. Angola’dan gelen kanallar azda olsa bugün su getiriyor. Mili Park 22.267 km. karedir. Flamingolar, kartallar , şahinler, akbabalar, beç tavukları, deve kuşları, yarasa kulaklı tilki ve bir çok kuş çeşidi var. İç savaş sırasında büyük hayvanların sayısı çok azalmış. Yapılan koruma çalışmalarıyla sayıları artıyor. Zürafa, aslan, leopar, fil, zebra, gergedan, babun ve antilop cinslerini görüyorsunuz.

 

Himbalar, Namibia ile Angola’yı ayıran Kurene nehri çevresinde yaşamaktadır. Modern dünyanın olanaklarına direnen bir toplumdur. Kendi yaptıkları takıları ve giysileri giyerler. Kadınlar vücutlarını kırmızıya boyuyorlar (kırmızı toprak ve hayvansal yağ karışımı). Köyden hiç dışarı çıkmıyorlar. Erkekler çobanlık yapıyor. Ağaç ve topraktan yaptıkları küçük kulübelerde yaşıyorlar. Basit kap kaçak kullanıyorlar. Bölgelerinde tarım yapılamadığından hayvancılık yapıyorlar. Ana gıdaları süt ve et. Kendi törelerine göre yönetiliyorlar. Köyün reisi atalarla iletişim kuran dini lider, sürünün ve sönmeyen tören ateşinin koruyucusu.

Ayhan Şevmet